Kader Riyaziyesi
Müsbet ilimler Yirminci Asrın başından itibaren kuru maddecilikten sıyrılmış, eşyayı, madde ve mâna külçesiyle bir arada mütalâa ve müşahede devresine girmiştir.
Bu arada, uzun yıllar ilim kanunları dışında kalan zaman mefhumu atom sırrını prensip bakımından ilk defa açıklayan (Aynştayn) ın eliyle riyazi katiyetlere doğru bir hendese davası mahiyetini almıştır. Malûmdur ki, insanlar, kâinata yayılmış bulunan eşyaları üç buud içinde idrak ederler: Boy, en ve derinlik… Nitekim bütün madde ilmi, hacim mevzuunda bu esasların tatbik şekillerinden ibarettir. Halbuki (Aynştayn) kâinatta üç değil dört, beş, belki de sonsuz sayıda buud bulunduğunu iddia etmiş ve bu meçhul sayıya (N) harfini izafe etmiştir.

Kader Riyaziyesi
Bu vaziyete göre, kâinat hakkında gerçek bir hüküm verebilmek için (N) kadar buuda nüfus etmek lâzımdır. Bilhassa hatırlamanın zamanıdır ki, biyolojik tecrübelerin de gösterdiği gibi bazı yılan nevilerinde beyin unsurunun üçüncü buudu görecek merkezi yoktur; yani bu hayvanlar üzerinde yapılan ışık ve renk tecrübelerinde, onların derinlik mefhumunu sezmedikleri tesbit edilmiştir. İnsan beyninde de derinlik buudunu idrak edici merkezin bulunmadığı, tıbbî bir hakikattir. Ancak çift gözle görmenin girift ve itiyadî bir neticesi olaraktır ki, insan, üçüncü buud olan hacim mefhumunu kavrayabiliyor. O halde ilk iki buuddan sonra, Üçüncü buud un bile hayli zorluk isteyen bir idrak melekesine muhtaç bulunduğunu anlıyoruz. Riyaziyenin bir mutası olarak, birinci buudun, yani düz hattın cebir ifadesi, tek dereceli bir muadeledir. İkinci buudun, yani teşekkül etmiş bir sathın cebir ifadesi ise iki dereceli bir muadele… Üçüncü buud olan hacim esası, cebir muadelesini üçüncü dereceye çıkarıyor.
(Aynştayn) sayısız buudlar sistemini geniş bir riyazi formülle belirtmiş ve (N) yerine (4) koyup muadeleyi hallettiği zaman, fizikteki zaman formülüne ulaşmıştır. Mekân hükümlerinin, zamanla mukayyet olmadıkça kıymet ifade etmediğini gören (Aynştayn) dördüncü buudu, kat’î olarak zaman kabul etmiştir. Şu halde mademki (Aynştayn) a göre kâinat mütenahidir, ona bağlı olan zamanının da, bir hendese sistemi olarak aynı tenahi prensibini belirtmesi lâzımdır.
Hattâ (Aynştayn) a göre Arz, üç buudlu bir sistemin, zaman sathiyle kesilmesinden doğan riyazi bir bütündür. Dâvanın en mühim noktası, zamanın, kâinatın her noktasında bulunmasının şart olmayışıdır. Zaman muayyen olduğuna göre, biz, (Aynştayn)ın aynen dediği gibi «hep zaman halısı üzerinde sineklere benzeriz ve ona intibak zorundayız»…
Buraya kadar (Aynştayn) ın bazı nazariyelerini göstererek, fakat daima o nazariyelerin seyrine sadık kalarak takip ettiğimiz dâvaya şimdi birdenbire yepyeni bir mecra ve terkip verebiliriz. (Aynştayn) gibi, bazı cepheler ile iman dâvasını kuvvetlendiren, bazı cepheler ile de bozan bir anlayış sisteminin ilk hususiyetini ikincisinden tefrik ederek bir senet diye kullanmak kabil olabilirse, şu hükmü vermek zaruri olur: Demek ki, biz önceden, namütenahi ince nakışlarla bir halı gibi işlenmiş zaman sathının üzerinde, belli başlı bir hızla atılan bilyelere benziyoruz. Bu takdirde, intibaka mecbur olduğumuz zaman sathının nakışlarını takip etmek bakımından, kader mefhumu kendi kendisine meydana çıkmış ve isbat edilmiş oluyor.
Gramofon diskinin üzerindeki iğne gibi kaderimizin nakışlarını nokta nokta terennüm etmekle mükellef oluyoruz.
•
Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Büyük Doğu (23 Aralık 1949, Sayı: 11) Dergisinden alınmıştır.