Cinsiyet
Kainatın, maddi tezahür planındaki en derin ve girift sırlarından birisi de cinsiyet meselesidir. Erkek ve dişi arasında, birbirini ayırt edici karakter bütünü ve onun icapları diye tarif edilebilecek olan cinsiyet mevzuu, çözülebildiği kadar gidecek en muğlâk davalardan birisidir.

Cinsiyet
Vücuttaki tek kılın bile şu veya bu hususiyet ve vaziyetle, Rabbani bir hikmetten haber verdiği, bugün, müsbet İlimler sahasına iman göziyle bakanlarca malûmdur. Bu hikmet işaretlerini, cinsiyet sahasında da görüyoruz. Meselâ bütün hayvan tenasül uzuvları, vücudun, gizlilik ve mahremliğini haykıracak derecede mahcup noktalarında yer almıştır. Bilhassa dişi mahlûkların tenasül uzuvları, hayvanda ve İnsanda, gizlilik bakımından tam murakabe altında bulundurulmak gerektiği kolayca anlaşılır.
Kadın cinsiyetine ait olarak yıllarca süren münakaşalar da şu hükümlerle neticelendi: Kadın, ruh, hissî melekeler ve bütün hal ve edalarında daimî surette değişiklik arzeden bir cinsiyet esasına bağlıdır. Kadın, his ve hissi tezanür bakımından ne kadar ince ve ulvi olursa olsun, zihin ve zihni tezahürler bakımından o derecede nâkıstır. Demek ki, kadın, biyolocya göziyle, sadece nesillerin İdamesi yolundaki fedakâr mevkii yüzünden aziz; ve bu mevkie uygun olan narin ve hassas yapısiyle de her türlü hürmet ve himayeye şayandır.
Şu kadar ki, kadına karşı gerçek hürmet, onu umumi cedel ve hayta sahalarında erkeğe eşit tutmakta değildir. Bu bakımdan kadın, hem de tam ilmî gözle, son derece zayıf ve eksik bir mahlûktur. İslâmiyetin kadın üzerindeki teşhisini de, bu ilmi görüş, İslâmiyete zıt istikametlerden de yola çıkarılsa, yine ve daima teyit etmekte ve zaten teyitle mükellef bulunmaktadır.
Kadınla erkek arasında cinsi ahenge gelince;
Medenî âlem dedikleri Garp cemiyetlerinde, aslından inhiraf ettirilmiş bir din gayretiyle Hıristiyanlık müessesesinin izdivaç etrafında koyduğu müthiş şartlar, Garpta zina ve ahlâksızlığın terakki ve tekâmülünde başlıca saik rolünü oynar.
Cinsiyet mevzuunun temel vakıası olan kadın ve erkek münasebetinde en büyük ölçüyü, Kâinatın Efendisi, bütün diğer kâinat ölçüleri arasında vaz’etmişlerdir:
«Kadınla erkek yan yana gelince, üçüncü arkadaşları şeytandır.»
Garp âlemi bu prensipin belirttiği mahremiyet iklimine yabancı yasarken, yine garp âleminin içinden çıkıp hiç de gerçek hidayet yoliyle alâkalı olmıyan mütefekkir bir doktorun nazariyesi, içlerinde bir bomba gibi patladı; ve garba, kaynağını kabul etmedikleri büyük hakikatin istikametlerinden birini, sırf ilim göziyle tesbit etti. Bu mütefekkir doktor, meşhur Viyanalı (Froyd) dur; ve bu zatın cinsiyet bahsindeki hükümleri tam bir isabetle incelenecek olursa, hemen hemen bütün insani ukdeleri cinsi müessire bağladığı ve binaenaleyh bu müessirin ne büyük bir kast belirttiği görülür.
Ayrıca bekâretin de, çok aşikâr, derin bir mânası vardır:
Hilkat, kadını daha fazla olmak üzere her iki cinsi de iffete davet ediyor. Bu mânaya, mühürlü şişeler gibi kapalı olan ve ancak daimî sahibi sıfatiyle açana münhasır bulunan iffet ambalajı ne güzel bir delâlettir. Kadındaki iffet mührünün bu ince mânasını inkâr etmeğe, hangi fikir ve ilim adamında mecal olabilir?
Sonra, kedilerden, develerden ve daha bilmem hangi hayvan cinsinden tutunuz; en vahşi kabilelerin insan numunelerinden, en medeni ve hattâ medeniyet aksülâmeliyle türlü (vis)lerde ve galat hislere düşmüş insanlara kadar, her fertte, tenasül aletine karşı müthiş bir hicap duygusu yaşadığı ve bunun tamamiyle cibilli olduğu bir hakikat değil midir?
Kadında cinsi hayatın kısa olması, kadın uzviyetinin ayda bir inal ettiği yumurta hücresine rağmen, erkeğin, günde milyonlarca cinsiyet hücresi imal edebilecek bir hilkatte bulunması, bugün ilmen, kadınla erkek arasındaki cinsî muvazeneyi, ister istemez İslâmiyet ölçüsüne doğru götüren yeni bir görüşe pencere açmış bulunuyor. Hele birçok erkekle temas eden kadında çocuk doğurma hassasının dumura doğru gidişi, hilkatin iffet kanuniyle beraber, İslâmıyetin hicap ve hudut kanunlarını gerçekleştirici muazzam bir vakıadır. Bizzat hilkat ve onu nifade plânı olan tabiat, fahişeleri, kadının en muazzez verimi olan evlâttan men’etmektedir. Erkeğe gelince, meşru yol üzerinde birkaç kadına kifayet vaziyetinde olduğu ve hattâ muvazenenin ancak bu tekilde hâsıl olabileceği, yine biyolocya göziyle sabittir.
İnsan aklı ve buluşları, hangi şube üzerinden giderse gitsin, hakikat olarak nereye varacak olursa o hakikatin ezelî ve ebedi olarak İslamda bulunduğunu görür.
•
Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Büyük Doğu (10 Şubat 1950, Sayı: 18) Dergisinden alınmıştır.