Kalp ve Damar Hastalıkları

Kalb ve Ötesi
Kitabımızın gayesi kalb hastalıklarını teferruatıyla dile getirmek değildir. Ancak, kalb hastalıklarının iç yüzü ve alınması lâzım gelen tedbirler konusunda kamuoyuna çok yanlış bilgiler aktarılmıştır. Sırf bu yüzden, kalb hastalıkları ve onlardan korunma konusunda temel bir özet yapmak istiyorum.
Kalb gerek doku, gerekse elektrik sistemi bakımından bildiğiniz gibi, ayrıntılı bir yapıya sahiptir. Bu itibarla pek çok hastalıkları vardır. Günümüzde kalb hastalıklarını bir kitapta toplamaya imkân olmadığından çeşitli kalb hastalıkları için ayrı ayrı, cilt cilt kitaplar yazılmıştır. Ben kalbin en sık görülen hastalıklarını mühim yönleriyle tanıtmak için, kalbe ait beş önemli hastalık grubunu hulâsa edeceğim.
1. Kalb yetmezlikleri
Normal olarak kalb, kendisinde mevcut gücün onda biriyle çalışır; onda dokuzu fevkalâde haller için saklanmaktadır. Bu haller koşma, ateşli hastalıklar, doğum, havasız kalma gibi, hayatın getirdiği olağan dışı hallerdir. Bu geçici zorlamalar uzun sürebilir veya şiddetli olabilir. Daha önemlisi, kalbin dışarıya açılan iki kapısında, yani akciğer ve böbreklerdeki ciddi arızalardan da doğabilir. İşte bu durumda kalb, kas gücünü yitirmeye başlar. Ya kanı gereğince gönderemez veya gönderdiği kanı geri ememez. Bu tabloya “kalb yetmezliği” denir. Eğer bu yetmezlik başlangıçta sezilirse, kalb kasının gücünü esrarengiz bir şekilde sağlayan harika bir bitkinin (Dijital) yardımıyla durumu telâfi etmek mümkündür.
Ülkemizde de oldukça sık rastlanan kalb yetmezliğinin ana sebeplerini belirtelim.
(1) Kalb kapaklarındaki arızalar yüzünden kalbin uzun süre yorulması.
(2) Kalb kasında güçsüzlük doğuran kalb kası iltihapları, ağır gripler, doğum sonu rahim iltihaplanmaları.
(3) Böbreklerde ve akciğerlerde ortaya çıkan kronik hastalıklar, yani iyileşmemiş, uzun yıllar sürmüş nefritler, kronik bronşit ve astımlar.
(4) Damar darlıkları, tansiyon hastalıkları.
Bu umumi sebeplerin yanında, daha birçok hastalıklar kalb yetmezliğine yol açabilir. Bazan da bu güçsüzlük tam iflâs belirtisi gösterir. Kalb yetmezliklerinde en önemli araz yorgunlukla ortaya çıkan nefes darlığıdır. Nefes darlığı bazan gece gelebilir. Her iki ahvalde de konuyu ciddiye almalı, bir uzmanla mesele açıklığa kavuşturulmalıdır. Böbreklerinde, akciğerlerinde ve kalb kapaklarında iyileşmeyen hastalıkları olanlar daha nefes darlığı teşekkül etmeden, sık sık kontrol yaptırmalı, yetmezlik başlangıcı olup olmadığını tesbit ettirmelidir.
2. Kalb kapaklarının hastalıkları
Fevkalâde nazik bir yapıya sahip olan kalb kapaklarının iç derisine mikropların yerleşmesi, onları büzer. Açılıp kapanma vazifesini yapamaz olurlar. Eski yıllarda, kalb kapaklarının ayrık kalmasına veya üst üste binmesine farklı gözlerle bakılırdı. Kalb cerrahisi geliştikten sonra, şimdi, bu hastalıklara topluca ve tek açıdan bakılıyor. Umumiyetle kapaktaki daralmalar, üst üste binmeler “siyanoz” dediğimiz morarmaya sebep olduğundan daha kolay fark edilir. Kapakların ayrı kalması, çoğu kez başlangıçta farkedilmez, kalb yorgunlukları meydana çıktıktan sonra anlaşılır. Kalbin iç zarında bilhassa kalb kapağı bölgesinde yerleşebilen her mikrop, kalb kapağında arıza yapar. Bu mikropların en ünlüsü, mafsal romatizmasını yapan mikroptur. Ancak, halk arasında eklemlerin veya vücudun her yanının ağrısı romatizma sanılmaktadır.
Kalb kapaklarında arıza yapan romatizma, “akut eklem romatizması” dediğimiz, şiş, ağrı ve kızarmayla süren bir hastalıktır. Genelliklede okul yaşı çağında görülür. Bu tarz hastalığa yakalananlar başlangıçtan itibaren iyi tedavi görürlerse, tehlike ortadan kalkar. Unutmamak gerekir ki, akut eklem romatizması ne kadar iyi tedavi görürse görsün, hastalığın sekseninci gününe kadar tedavi ve kontrollerin devam etmesi gerekir. Kalb kapaklarında romatizmayı ortaya çıkaran streptokok mikrobunun yandaşları da bazan kalb kapağı arızalan yapabilirler. Devamlı anjin geçirenlerin bu tehlikeyi hatırdan çıkarmaması gerekmektedir. Doğum sonrası iltihapların bazı cinsleri de kapak hastalıkları yapabilir.
Kalb kapağı hastalıklarında taze safhada tedavi, ilâçladır. Fakat hastalık gözden kaçmış veya tedaviye rağmen kapakta bir arıza bırakmışsa, tedavi cerrahîdir. Cerrahî müdahalelerde, arıza basitse sade bir ameliyatla kapakları tashih etmek mümkündür. Böyle ameliyatlar “kapalı kalb ameliyatları “dır. Kapaktaki arıza büyükse, o kapağın yerine sun’i bir alet koymak gerekir ki, bu tarz ameliyatlar “açık kalb ameliyatları”dır. Bu ameliyat, geniş bir tıbbî ekibin işidir. Kitabımızdaki şekiller arasında bu tan bir ameliyata ait şemaları göreceksiniz.
Kalb ameliyatları son yıllarda büyük başarıya erişmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, başarıda en büyük faktör, kalb iflâs etmeden önce bu ameliyatın yapılmasıdır.
3. Kalb damar hastalıkları
Bütün kalb hastalıkları arasında en yaygın olanı, kalb damarlarında görülen büzülme ve tıkanmalardır. Bütün dünyada ölüm sebepleri arasında baş sırayı, kalb damarı tıkanmaları almaktadır.
Kalb damarının büzülmesinden doğan hastalıklara “kalb spazmı” veya eski tabiriyle “göğüs anjini” denir. Burada hadise kalb damarlarının herhangi bir tanesindeki geçici bir büzülmedir. Kalb damarı tıkanması ise iki tarzda olabilir. Ya kalbin damarları darala darala kanı hiç geçirmez olur veya vücudun herhangi bir yerinde teşekkül eden tıkaç gelir, bu damarı aniden tıkar. Kalb damarının tıkanmasına infarktüs denmektedir.
Kalbin kendisini besleyen damarlarına “koroner (taç) damarlar” diyoruz. Bu damarlar, daha önce temas ettiğim aort kapağının üçlü perdesinin dibinden çıkar. Diğer organlarda olduğu gibi, ağaç dalları şeklinde gittikçe küçülen yan kollarla kalbi sarar ve onu besler. Bu damardaki tıkanma veya büzülme damarın ne kadar yukarı kısmında, yani kalın dalında olursa, o kadar tehlikelidir. Aksine küçük dallarda olan büzülme ve tıkanmalar hafif geçer. Ayrıca, kalbin damar şebekesi bu küçük damarlardaki tıkanmayı başka yollardan telâfi eder. Bunlara “kollateral beslenme damarı” denir.
Kalb damarındaki büzülmenin de, tıkanmanın da belirtisi ağrıdır. Bu ağrıyı her insanın bilmesi gerekir. Hattâ bu ağrının tıkanma ağrısı mı, büzülme ağrısı mı olduğunu fark etmek bile mümkündür.
Gerek, spazm sırasında, gerekse infarktüste ağrının yeri, döş kemiğinin arkasıdır. Hemen hemen kravatın düğüm yerinden itibaren bir karış altına kadar olan alan, en çok görülen ağrı bölgesidir. Spazmlarda ağrı, çoğu zaman hareket sırasında meydana çıkar. Bir yürüyüş sırasında, bir yorgunluktan sonra veya merdiven çıkarken, göğsün tam orta kısmına gelen bu ağrı, en ufak bir harekete imkân vermez. İnsan olduğu yerde çakılır, kalır. Renk soluklaşır, ekseriya terleme olur. İnfarktüste ise durum oldukça farklıdır. Ağrı, yorgunluktan ziyade, umumiyetle tok karına gelir. Ağrıyla birlikte, halk tabiriyle “can çekilmesi” hâli vardır. Müthiş bir yorgunluk, tarif edilmez bir dermansızlık vardır. Hastaların omuzlarına sanki tonlarca yük konmuş gibidir.
Şüphesiz ki, bu tarz ağrılar dışında, değişik bazı tarzlar olabilir. Ancak değişmeyen yerleşmiş tablo böyle cereyan eder. Kalb spazmını birkaç defa geçirenler, durumu sezip trinitrin alınca ağrının hemen kalktığını fark ederler. Durum o kadar önemlidir ki, dağ başında dahi bu kriz gelse kuru bir otun yakılmasından çıkan dumandan istifade etmek gerekir. İnfarktüste durum farklıdır. Hastanın bu tarz ilaç alması fevkalâde mahzurludur; hastayı hiç kıpır-datmamalıdır. Ancak, imkân nisbetinde temiz hava şartları sağlanarak doktor beklenmelidir.
İnfarktüste yaşama şansı, yani hastalığın akıbeti, tıkanan damarın büyüklüğüne bağlıdır. Eğer ana bir dal tıkanmışsa, âni ölüm ortaya çıkabilir. Eğer tıkanan damar ince, tâli bir damarsa, tedavi şansı çok yüksektir.
İnfarktüs ve kalp spazmının sebepleri
Gerek kalb hastalıkları açısından, gerekse kalbin özündeki hikmetleri anlamak açısından infarktüsün sebeplerini bilmekte fayda vardır.
İnfarktüs, eskiden, kalb damarının bir tıkaçla tıkanmasından ibaret sayılıyor, bu açıdan maddî sebepler aranıyordu. Son kırk yıldır, kalb damarı hastalıklarında görülen artış, sebepleri konusunda büyük çalışmaları zarurî kıldı. Daha önce açıkladığım gibi, kalb damarlarının çıkış yeri kalbin sinir merkezlerine çok yakındır. Ayrıca, kalb damarlarının çalışması, büyük ölçüde, kalbin minik beyni dediğimiz sinir merkezleriyle yakından ilgilidir. Şu halde infarktüs sebepleri arasında kalbin büyük kompüter sistemlerinin, nörolojik ve ruhî tesirlerin rolü büyüktür. Aslında halk kendi tecrübelerine dayanarak, kalb damarı hastalıklarının üzüntülerle yakın ilgisini biliyordu da, maddeci tıp konuya bir türlü eğilemiyordu.
Bugün kalb damarının büzülme ve tıkanma sebeplerini iki temel grupta inceliyoruz. Birinci grupta, kalb damarını tıkanma ve büzülmeye zorlayan maddî sebepleri, ikinci grupta ise moral sebepleri sıralıyoruz. Şüphesiz ki, her kalb damarı hadisesinde bu iki sebep iç içe yürür.
Kalb damarı spazm ve tıkanmasının maddî sebepleri: Bir damar çeperinde yanmamış besin artıkları toplanırsa, zamanla yol daralır ve kan akışı zorlaşır. Genel kaide olarak, bilmekteyiz ki, böyle bir gelişme, fasit daire gibi, üst üste eklenir. Yani, damar çeperleri daraldıkça yeni artık birikmelerine yataklık eder. Eski yıllarda kireç ve tuz gibi bazı maddelerin bu daralmaları yaptığı sanılıyordu. Son yıllarda yağ artıklarının bu tıkanmaya sebep olduğu iddia ediliyor. Kanda besinler, devamlı yanma sebebiyle belli seviyelerde tutulur. Aldığımız gıdalardaki proteinler, yağlar ve şekerli besinler, kanda yanacak hale geldikten sonra, hemen yakılır. Bu maddeler, belli bir seviyenin üstünde, kanda tutulamaz. Şekerli besinleri gereğince yakamadığı-mız zaman, şeker hastalığına tutuluruz. Kandaki şekeri yakan, insülin denilen bir hormondur. Fakat kandaki yağlı ve proteinli maddeleri yakan mekanizma henüz bilinmiyor. Bu sebeple de, kötü beslenen ve bilhassa hareketsiz kimselerde kandaki yağ seviyesi yüksek oluyor. Buna kaba hatlarıyla “üpid ve kolesterolün yüksekliği” diyoruz. Birçok ilim adamı lipidin kanda yükselmesi yüzünden damarların daraldığını ileri sürmektedirler. Şüphesiz, bu görüşte olanlar da moral faktörleri inkâr etmiyorlar. Hattâ lipidin yakılamamasını, dolaylı yollardan, moral faktörlerle ilgili görüyorlar.
Damar hastalıklarının özünde, beslenmenin yanlışlığı yatmaktadır. Ancak bu yanlışlık eksik beslenmeden değil, belki de aşırı beslenmeden doğmaktadır. Daha önce, damarların daralma ve genişlemesinde ruhî tesirlerin mekanizmasını anlatmıştım. Bu durumda, kalb damarı tıkanmalarında içinizdeki benin ne ölçüde tesirli olduğunu tekrar etmeye lüzum yoktur. Ancak, infarktüs konusu günümüzün sağlık problemlerinin en başında gelir. Bu yüzden biraz daha teferruatlı bilgi vermek istiyorum.
Yağın beslenme açısından önemi çok büyüktür. Ancak, bu konuda pek çok yanlış bilgiler aktarılmıştır. Önce şunu bilmelidir ki, yağ, hücreler için zarurî bir yapıtaşı maddesidir. Hücre yağ olmadan zarlarını kuramaz. Ancak, yağ yakılabildiği nisbette alınmalı, vücutta birikmesi kesinlikle önlenmelidir. Özellikle hareketsiz bir yaşayış tarzını seçenler imkân ölçüsünde az yağ almalıdır.
Yağın cinsinin seçimi ise çok daha önemlidir. Yağ geniş bir moleküler yapıya sahiptir. Kimyevî ilgileri çok karışıktır; yakılması, sindirilmesi oldukça zordur. En doğrusu, yağ seçerken tabiattaki haliyle seçmelidir. Zannedilenin tersine, sindirilmesi ve yakılması en kolay olan yağ tereyağıdır. Ancak yemekte kullanıldığı takdirde, sindirmede bazı problemler çıkabilmektedir. Yemekte kullanmak açısından en iyi yağ kesinlikle zeytinyağıdır. Yine çok mühim bir noktayı vurgulamak istiyorum. Zeytinyağı, tabiattan geliş şekliyle, sindirilmesini kolaylaştıran birçok ara maddeleri beraberinde taşır. Hatta zeytinyağında bulunan E ve D vitaminleri bile, yağın sindirilmesinde büyük yere sahiptir. Bu sebeple, çok az asitli, fakat rafine olmamış zeytinyağı sağlık bakımından en faydalı olanıdır. Mısırözü yağı ve ayçiçeği yağı da, yine sindirimi ve yakılması kolay yağlardır.
İnfarktüsün ortaya çıkışında en önemli moral tesirler korku, derin ve devamlı üzüntüler, aşırı hırs ve kinlerdir. Menfi tesirler, şüphesiz ki, yalnız böyle sert çizgili olmayabilir. Kalbi derinden yaralayan birtakım derin üzüntüler de kalb damarını büzer. Ancak bir gerçeği unutmamalıdır. İki müsbet tesir kalb damarlarını daima geniş tutar. Bunlar tevekkül ve sevgidir.
Bazan infarktüsler hiçbir sebebe bağlı olmadan doğar ve büyük bir damarı tıkayarak ölümü netice verirler. Böyle olayları, ilim yapıyorum diyerek tanışmak, havanda su dövmektir. Kalb damarı tıkanmalarının ve büzülmelerinin tedavileri eskiden hep ilaç ve istirahatle yapılırdı. Bugün ise, bu tedaviler yanında, tıkanmış kalb damarının cerrahî usullerle değiştirilmesi de mümkün olmaktadır.
By pass ameliyatları
Kalb damarlarının değiştirilmesi ameliyatını, bazı ateistler, ömrü değiştiren bir tıbbî mucize gibi görürler, Hâlbuki bu ameliyatlar keşfolunduktan sonra, insan vücudunda mucizevî iki yaratılış sırrı ortaya çıktı.
Ayağımızda “safena” dediğimiz bir damar vardır. Eski anatomi bilginleri bu damarı fuzulî bir damar sayarken, ateistler de İlâhî hilkatin karşısına çıkmak için bu damarı vesile addederlerdi. Hâlbuki kalb damarı işte bu damarla değiştirilmektedir. Bu damar, yapı ve büyüklük açısından koronerlerdeki bu değiştirmeye imkân sağlamaktadır. Yani, Cenab-ı Hak sonsuz mucizelerle donattığı insan makinasına bir de yedek damar vermiştir.
Diğer bir yaratılış mucizesi ise, by pass ameliyatlarının geliştiricisi ve en iyi tatbikçisi olan Prof. Sonse’nin tesbit ettiği bir harika olaydır. Kalb damarı değiştirilirken, eğer değiştireceğiniz damar tıkanmamış ve görev yapabilir halde ise, kalbe eklediğimiz bu yeni damar tutmamakta ve ani ölümler meydana gelmektedir. Eğer kalb damarı tam manâsıyla vazife yapmıyorsa ve o zaman bu yedek damarı kullanmış iseniz, ameliyat başarı ile sonuçlanmakta, hiç bir mesele çıkmamaktadır. Ünlü cerrah bu gerçek karşısında İlâhî mucizeye ve düzene hayranlığını gizleyememiştir. Böyle bir ameliyatın nasip ve takdir olması da elbette İlâhi bir tasarruftur.
Birçok hastalarımız veya sağlıklı olup da infarktüsten korkanlar bize korunma konusunda tedbirler sormuşlardır. Bu konuda ilmin tetkik ve tesbit ettiği birtakım noktaları temel alarak, şu tavsiyelerde bulunabiliriz.
□ Soyunda çok kalb hastası olanlar, otuz yaşından sonra kendilerini bir kalb uzmanına iyice muayene ettirmelidir.
□ Yağ seçiminde tabiî yağları tercih etmelidir. Bilhassa kırk yaşından sonra, iç yağından kaçınmalıdır. Yemeklerde imkân nisbetinde az yağ yemeli, yağ ihtiyacını sabah kahvaltılarında tereyağı ve zeytinyağı ile karşılamalıdır.
□ Her yaşın kendisine has itidal sınırını iyi bilmelidir. Bu arada içki içenler şunu unutmamalıdır ki, hep 25 yaşını yaşamamaktadırlar. “Bugün zararını görmüyorum” deyip de devam edenlerin, ileri yaşlarda karşılaşacakları ağır faturalardan şikâyete hakları olmasa gerektir.
□ Ufak tefek dahi olsa kalb şikâyeti olanlar, kesinlikle içki ve sigarayı terk etmelidir. İlmi bile yozlaştırmak isteyenler, viskinin kalb damarını genişlettiğini iddia edecek kadar gülünç duruma düşmüştür. Hiçbir alkollü içki kalb damarında genişletme tesiri yapmaz.
□ Mutlaka, küçük yaştan itibaren, insan kendisini tevekküle alıştırmalıdır. Bilindiği gibi, tevekkül miskinlik değildir. Meskenet tenbellik ve gayret yokluğudur; tevekkül ise en üst seviyede çalışma ve gayretten sonra, neticeleri Allah’tan bilip hoş görme sanatıdır.
□ Kesinlikle iman sahibi olmalıdır. Yapılan bütün araştırmalar infarktüs teşekkülünde korkunun en müessir sebep olduğunu doğrulamıştır. İnanmayan bir insanın korkuyu, bilhassa elli yaşından sonra ölüm korkusunu atması mümkün değildir. İnançsızlar bu yaştan sonra müthiş bir ölüm korkusuna, hattâ paniğe kapılırlar.
4. Kan basıncına bağlı hastalıklar
Hayatımız boyunca, kan basıncındaki değişiklikler bize tesir eder. Bu değişmeler bazan geçici zarurî intibakların sonucudur. Bazan ise, kalıcı olur; o zaman, bir tansiyon hastalığı söz konusudur. Kan basıncı kalbin gücüne, damarların genişliğine ve sertliğine, böbreklerin süzme kabiliyetine sıkı sıkıya bağlıdır. Bunlardan ötede sinir sisteminin bazan geçici, bazan devamlı tesirleri kan basıncı değişmelerine sebep olur. Kan basıncı düştüğü zaman “tansiyon düşüklüğü,” yükseldiği zaman da “tansiyon yüksekliği” tabirleri kullanılmaktadır.
Kan basıncının geçici olarak değiştiği halleri şöyle özetleyebiliriz: Eğer damarlarda âni olarak bir genişleme meydana gelirse, tansiyon birden düşer. Bu olay nörolojik, hormonal sebeplere bağlı olduğu gibi, doğrudan doğruya sıcağa da bağlı olabilir. Bu tarz kan basıncı düşmeleri tehlikelidir. Ancak, bazan kazalardan sonra ve vücuttaki çok büyük olayları müteakip kan basıncı aniden düşer ki, “şok” dediğimiz tablo vücuda gelir. Şok fevkalâde tehlikelidir. Sıradan bayılmalarla gerçek şok farklı şeylerdir. Şokta renk ileri derecede solar, nabız alınmaz, soğuk ter vardır. Geçici tansiyon yükselmeleri daha çok sinirlerle ilgilidir.
Tansiyonun kalıcı olarak düşmesi genellikle bünyeyle ilgilidir. Bilhassa genç kızlarda devamlı tansiyon düşmesi görülmekte, hattâ bu düşüş ömür boyu devam edebilmektedir.
Tansiyon düşmelerinin tehlikeli olanları kalb hastalıkları, zehirlenmeler ve ateşli hastalıklar sırasında görülebilir.
Burada tansiyonu düşüren sebep, kalb kasının gücünü kaybetmesidir. Bu çoğu kez de ölüme yol açabilir, Kan basıncı düşmelerinin, çok tehlikeli olmamakla beraber, ciddi sayılabilecek bir şekli de kansızlığa bağlı olanıdır. Bu tarz tansiyon düşmeleri insanda devamlı bitkinlik ve yorgunluk gösterdiğinden çok rahatsız edicidir.
Gerek iç, gerek dış kanamalarda tansiyon tehlikeli sınırlara kadar düşer; hattâ şok ve ölüm bile söz konusu olabilir. Bir yetişkinin normal tansiyonu 120 mm civaya eşittir. Hiçbir hastalığa bağlı olmadan tansiyonun seksen milimetreye kadar düşmesi ve vücudun buna uyum sağlaması mümkündür. Böyle durumlarda iyi bir tıbbî kontroldan geçtikten sonra şahsın sağlıklı olduğu anlaşılırsa, lüzumsuz ilaç almamalıdır. Bedenî ve ruhî gayretle sağlıklı bir hayat sürdürmek çok yerinde olur,
Tansiyon yükselmelerine gelince, kanın iki türlü basıncı vardır. Birisi kalbden dokuya (buna halk arasında “büyük tansiyon” denir), ikincisi ise dokudan kalbe (buna da “küçük tansiyon” denir) kanın basıncıdır. Kan basıncı yükselmelerinde en önemli mesele kanın dokudan kalbe yaptığı basınçtır. Zira devamlı tansiyon yüksekliklerine kalb imkân nisbetinde uyum sağlayabilir. Fakat dokudan kalbe yapılan yüksek basınçta, kalb daima yorulma tehlikesi ile yüz yüzedir.
Kan basıncı yükselmelerinde sebepler iki çeşittir. Bir kısım sebepler kalbin zarurî uyumundan doğar; yani damarlar daralmışsa veya böbrekler iyi süzmüyorsa, kalb u-yum için tansiyonu yükseltmek zorundadır. Böyle durumlarda sebep ortadan kaldırılmadan tansiyonun düşürülmesi hiçbir şeyi halletmez, hattâ mahzurlu olur.
ikinci grup sebepler, dolaylı yoldan tansiyonu yükseltirler. Sebepler çoğu kez sinirlerle iletilir. Hâlâ çözülmeyen bazı sebeplere bağlı tansiyon yükselmeleri de vardır. Tansiyon yükselmelerinde çok mühim bir mesele şudur: Sebebi ne kadar masum olursa olsun tansiyon zamanla böbrek ve damarları bozar. Tansiyon uzun süre devam ettiği ve tedavi edilmediği takdirde, dolaşım sisteminin her noktasında ciddi arızalar meydana gelir. Damarlar, sertleşir,, kalb yorulur, böbrekler bozulur.
Küçük tansiyonun yükselmesi ise büsbütün tehlikelidir. Çünkü mutlaka kalbi yorar. Büyük tansiyon kaç olursa olsun, küçük tansiyon 100 mm’yi geçmemelidir. Böbreklerdeki bozukluk ve damarlardaki sertleşmelerde, küçük tansiyon hızla artar. Böyle hastalar, damar çatlaması tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Tansiyon yüksekliği çağımızın hastalığı haline gelmiştir. Batıda yaşı kırkı geçen erkeklerin çoğu tansiyon yükselmelerinden şikâyetçidir. Yurdumuzda da, bilhassa şehirlerde, bu manzara hâkim olmaya başlamıştır. Damarlar bahsinde uzun uzun açıkladım. Bir yandan inanç kargaşası, bir yandan da tevekkülden nasipsizlik damar sinirlerini yıprata yıprata, kan basıncı yükselmesi için büyük bir risk doğurmaktadır. Vücudumuzun 150.000 km tutan damar sisteminde böylesine bir sinir harbinin getireceği netice eh masum şekliyle tansiyon yüksekliği olacaktır. Damarlarla kalbin atma gücü arasındaki dalgalanmalar, fevkalâde masum dahi olsa yıpranmaların zeminidir. Önce de temas ettiğim gibi, su ile yakın ilginin abdest alma şeklindeki disiplinli uygulaması, büyük ölçüde, bu şebekenin hayat menbaıdır.
Tansiyondan yakınan okuyucularıma yapacağım tavsiyeleri şöyle özetleyebilirim:
□ Tansiyonlarının sebebini iyice tetkik ettirmeden, gelişi güzel ilaç almamalıdırlar. Bilhassa oturmuş, yerleşmiş tansiyon durumlarında, ilacın miktarını hekimlerle işbirliği yaparak çok iyi ayarlamalı, dengesiz ilaç kullanmamalıdır.
□ Yemek rejimlerini, bilhassa yağ açısından, daha önce yaptığımız tavsiyeleri göz önüne alarak uygun bir düzene koymalıdır.
□ Asabî gerilimlerini mutlaka halletmelidirler. Bunun için, kendisini tevekküle mi alıştırır, teskin edici ilaçlar mı alır; bu, şahıstan şahısa değişir.
□ Mümkün olduğu kadar sakin ve düzenli bir hayatla birlikte, bol oksijenli hava solumaya gayret etmelidir. Bunun için de, mümkün olduğunca bahçe ve parklarda yorucu olmayan yürüyüşler yapmalıdır. Merdiven ve yokuşlardan kaçınmalıdır.
□ Tansiyon yükselmelerinde damarların çatlama tehlikesi olduğundan, fazla kilolu ve kanı çok olanların hekim kontrolünde kan vermeleri gerekmektedir.
□ Damarların, bilhassa tesirleri yönünden, havanın elektronları ile ilgisini ciddiye almalıdır. Tansiyonu yüksek olanlar veya buna temayüllü bulunanlar, fırtınalı havalarda mutlaka istirahat halinde olmalıdır.
Dünya haritasına bakıldığında damar hastalıkları ve tansiyon problemleri bakımından en sağlıklı insan topluluklarının İslâm ülkelerinde olduğu rahatlıkla tesbit edilebilir. Bugün, küçük yaştan beri abdest alma alışkanlığında olanların ve olayları tevekkülle karşılayanların diğer insanlara nazaran daha sağlıklı olduklarını inkâra kimse cesaret edemez.
Bütün dünya cemiyetleri istemeyerek de olsa, ciddî bir stresin tesirine girmişlerdir. Bu gerçek yalnız manevî mutsuzluklarla sürüp gitmemektedir. Aksine, tam manâsıyla bedenî problemler de ortaya çıkarmaktadır. Kendi ifadeleri ile, en medenî ülkeler bile, el-yüz yıkamayı ancak seksen yıldan bu yana öğrenmişlerdi. İslâm cemiyetinin asırlar boyunca sağlıklı bir kalb ve damar yapısına sahip oluşunda, yukarıdan beri izaha çalıştığım temel gerçeklerin rolü inkâr edilemez.
5. Kalbin ritim bozuklukları
Bu başlık altında tıp kitapları, daha çok “aritmi” dediğimiz hastalıkla, kalbe ait ciddî sinir intikali bozukluklarını inceler. Ancak biz sık rastlanan ve başlı başına hastalık sayılmasa bile çoğumuzu telaşa sevk eden iki konuyu inceleyeceğiz. Bunlardan birincisi çarpıntı, diğeri de tıp dilinde “ekstrasistol” denilen kalb duraklaması hadisesidir.
Her iki hadise de birçok kalb hastalıkları sırasında görülebilen belirtilerdir. Bazan ciddi bir hastalığa bağlı olmayan çarpıntı ve ekstrasiştoller de vardır. Çarpıntı kalbin daha acele kan iletmesi mânâsına gelmektedir. Meselâ, koştuğumuz zaman vücudun çok daha fazla oksijene ihtiyacı olur. Bu yüzden kalb hızlı atacaktır. Yine kansızlıkta, aynı sebeple çarpıntı vardır. Tansiyon düşmelerinde de durum aynıdır: Daima bir çarpıntı sürer, gider.
Yorgunluktan, tansiyon düşmesinden ve kansızlıktan olan bu çarpıntılar hayatî tehlike belirtisi değildir. Böyle durumlar kronik ise, yani yapıdan gelen bir olaysa telaşa kapılmamak gerekir. Ancak ateşli hastalıklarda ve kanamalarda ortaya çıkabilecek âni çarpıntılar şok belirtisi olup tehlikelidir. Bunların dışında tamamen hissî ve asabî çarpıntılar vardır. Bilhassa bitkisel sinir sistemi dengesizliklerinden dolayı sık sık çarpıntı rahatsızlığı görülür. Böyle kimseler, doktor doktor gezer ve probleme de bir çare bulamaz. Onun için, böyle sebebi belli olmayan çarpıntılarda bitkisel sinir sistemini çok iyi araştırmalıdır.
Kalbin kapak hastalıklarında ve böbrek rahatsızlıklarında da ciddi çarpıntı problemleri olabilir. Bu açıdan, devamlı çarpıntısı olanlar, mutlaka iyi bir kalb ve böbrek kontrolünden geçmelidir.
Akciğer hastalıklarında da, özellikle kronik bronşit ve astımda, mutlaka çarpıntı vardır. Her iki hastalığın tedavisi de oldukça zordur. Buradaki çarpıntı böbrek ve kalb kapağı hastalıklarındaki çarpıntılara nazaran daha tehlikesizdir.
Ekstrasistollere gelince; yine ekstrasistoller de, çarpıntı gibi, bir yandan ciddî sebeplere bağlı olabilir, bir yandan da bitkisel sinir sisteminin önemsiz bir meselesi olabilir. Şüphesiz ki, kalbin ritim bozukluklarında mutlaka iyi bir muayene gerekir. Ancak, burada da, tıpkı çarpıntıda olduğu gibi, hiçbir sebebe bağlanamamış kalb duraklamalarının sebebini bitkisel sinir sisteminde aramalıdır. Yapıyla ilgili olan, bitkisel sinir sisteminden meydana gelen bu tarz sekmeler, ciddi bir sebebe bağlı değilse korku ve paniğe kapılmamalıdır. Çünkü fazla endişeler bu ritim bozukluklarını büsbütün çıkmaza sokar.
Genelde hatırdan çıkarılmaması lâzım gelen temel bir tıbbî prensip vardır. Bir sağlık problemi çok ciddî ise tek yanlı değildir. Meselâ çarpıntı ve sekmeler, eğer ağrı gibi, nefes darlığı gibi diğer belirtilerle birlikte ise, mutlaka daha ciddidir. Yalnız kuru kuru çarpıntının hemen kötüye yorulması gerekmez. Bir türlü teşhise kavuşamamış çarpıntı ve sekmeleri sinir sistemi açısından bir tedaviye tâbi tutmalıdır. Bu sayede hastalığın asabî olduğuna biz de rahatça inanmış oluruz.
Kalb nakli ve suni kalb
Kalb hastalıklarına ait bölümümüze son verirken, kısaca kalb nakli ve sun’i kalb konusuna temas etmek istiyorum. Kalb nakli, kalbin hissî kısmı olan üst bölümünün, yani damarların çıktığı bölgenin nakli değildir. Bu nakil daha çok kalbin güçlü bölgesi olan alt kısmındaki ventrikül bölümlerinin naklidir. Böyle bir ameliyatın bugün için başarılı olmadığı aşikârdır. Ancak, ileride gelişme gösterir mi? Buna verilecek cevap ise şudur: Kalb değişmelerinde en önemli şey verici meselesidir. Yani, kalb kimden alınacaktır? Çünkü, hâlâ kalb nakillerinde kaynak, trafik kazaları sonucu hastanelerde meydana gelen âni ölümlerdir. Bu tarz bir olayda hemen ölüm ânını tesbit etmek, birçok hukukî problemler çıkarmaktadır. Ölümün gecikmiş olması ise kalb naklini imkânsızlaştırmak-tadır. Bu durumda birçok hukuk adamı kalb naklinin gelişmesi sonucu meydana gelecek çıkmazları, endişeyle beklemektedir. Acaba büyük maddî menfaatler hukukun temelini rencide edecek birtakım uygulamalara yol açmayacak mıdır? Çünkü, maalesef, ilim dünyasında da maddî menfaat kargaşasının müessir olduğu reddedilmez bir gerçektir. Kalb naklinin yaygınlaşması halinde iş nereye varır? Acaba satılık kalbler trajedisi mi oynanacaktır?
Sun’i kalbe gelince, kalbin anatomisi bahsinde gördüğümüz gibi, kalb o kadar karışık bir sistemdir ki onu öyle sıradan bir mekanik pompayla değiştirmek düşünülemez. Vücuttaki sonsuz tepkilere cevap verecek kompüterize bir sistem meydana getirmek ise, mümkün değildir. Bazı ilim adamları kalb ameliyatları sırasında dolaşımın geçici olarak mekanik sisteme bağlanmasını, gelecekte bir mekanik kalbin yapılabileceği mânâsına yormaktadırlar. Halbuki ameliyat esnasında zaten kalbin kompüter sistemleri askıya alınmıştır. Yani, baygın hasta ameliyat sırasında ne ruhine de maddî bir tepkiye muhatap değildir. Bundan dolayı da, mekanik sistem böyle kısa bir süre içerisinde dolaşımı telâfi etmektedir. Kalbin vücuttan gelecek talepleri, hele hissî yönüyle birlikte değerlendirip tempo tutması ancak İlâhî kudretin özel sistemleri ile mümkün olmaktadır. Bundan sonraki bölümde bu konuyu daha da iyi kavrayacağız.
•
Bu yazı Onkolog Dr. Haluk Nurbaki, Yeni Asya Yayınları, Kalp ve Ötesi kitabından alınmıştır.